Falanca Zaman – Edip Gökçe
Eylül 6, 2024 2025-01-21 7:22Falanca Zaman – Edip Gökçe
Dün gece kahverengi çantamda kaybolduğunu farkettim Hikmet ve olanca gücümle seni aradım eskiyen her şeyin içinde, sonra epeyce yıpranmış ve kimsesiz düşmüş bir dosyanın içinde buldum seni, utandım niyeyse, saate pek aldırış etmeden birkaç kişiye seni sordum, “Neler yapıyorsun, nerelerdesin ve nasılsın?” diye. Sabah olduğunda herkes bir ağızdan kaybolduğunu, kimsenin artık senden haber alamadığını ve sana denk gelenlere sık sık beni sorduğunu öğrendim, halbuki daha dün gece seni bulduydum bir dosyanın koynunda, mektuplardan birinde “Bizim öykümüz başkalarının arkasında bıraktığı bir gün sadece…” demişsin. Sana bazı bazı “Her şey bir suç ortağı arıyor Hikmet, zaman intikamını intiharlar ile alıyor ve her şeyin seyircisi olan yaşanılanlar kalıyor sadece.” dediğimi anımsıyorum. Yıllar oldu Toprak’dan da haber alamıyorum; sen, Toprak ve ben, zamana ve yaşama çok büyük bir haksızlık yaptık, daha sık görüşüp, daha fazla anı biriktirmeliydik, ben gidiyorum dediğimde “Sen her şeyi düşünüp makul olana inanırsın, istediğin buysa git.” demesen belki başka türlü bir aralık düşündüğüm olurdu ya da sen her şeyden vazgeçerken “Bu oran en çok seni acıtacak Hikmet, sonrasında canın pare pare olacak ve zaman seni eskisi gibi alıkoyamayacak bir odaya.” demeliydim. Öge’yi de anımsıyorum bazan, aklıma geldikçe üzülüyorum, “Ona daha başka türlü destek olabilir miydik acaba?” diye. Sonra teselliyi Öge’nin “Ben kendim olabildiğim her karanlık içinde bile huzurluyum.” deyişinde buluyorum, kendimi kandırıyorum işte, avunmak istiyorum anlaşılan. Bir sabah yine denk geliriz belki sessiz ve çaresiz düşmüş bir sokakta, sonra sarılırız her şeyin hatırına ve sen bana bir sigara uzatırsın gülümseyen gözlerine saklanan sevincinle, epey zaman olmuştur bırakalı ama seni kırmamak adına yine başlayabilme olasılığına rağmen içime içime çekerek hissedeceğimdir tütünü canımda, sonra her şeyin sırasını şaşırırcasına durmadan anlatacaksındır bana “En çok seninle konuşmak keyif veriyor, telaşımı hoş gör, şimdi konuşmazsam akşama pişman olacağım biliyorum. Sen de anlat, daha fazla fazlasından bahset, susarsan sana fırsat vermedim sanarım, sonra üzülürüm.” diyeceksindir yine ve “Hikmet hadi aynaların içini boşaltalım sohbetimiz boyunca, uzun uzun yürüyelim.” diye yanıtlayacağımdır. Seni dün gece eskimiş bir dosyanın içinde buldum, korktum, kayboldun sandım, sordum soruşturdum, kaybolmuşsun meğerse, öyle dediler. Pek sanmıyorum, kaybolmak değildir o, onlar kaybetmiştir seni, Hikmet olsa olsa bir rüya yazmıştır kendine ve inandığı kadarının peşine düşmüştür. Her şey dönüşür, her şey kendini bulur ve yine denk getirir bu hayat bizi, hiçbir endişem yok niyeyse ama diyorum bazan ya daha fazla zamanımız kalmamışsa.
Bugün bulutlar yok sanki, gökyüzü saklanmış gibi. Hiçbir şey kendinin bile aslı değilken söz konusu nesneler olunca ötesi ya da berisi hiçten fazlası haliyle seçilmiyor. Halbuki ne çok severdim fotoğrafları, fotoğraf makinelerini, hele objektifleri, minderleri, çantaları, kalemleri, enstrümanları ya da defterleri… Artık sadece aslını arıyor gözlerim, bulamıyorsam hayalini yaşamak daha sevimli görünüyor zihnime Hikmet. Bellek ne kadar garip birisi, daha dün başka birisiydim aslında, sanki hızla unuttum kendimi ve şimdilerde onu sezmeye meyil ediyorum, bir belleği yaşamak kolay değil, öyle sanıldığı gibi an içinde belirmiyor, varsa yoksa tümden gelen bir sancıyı yaşıyor gibi. Seni, Toprak’ı ve Öge’yi onca yıldır görmüyorum ama sanki dün gece birlikteymişiz gibi hissediyorum ve sizi bir gün unutacağım diye çok korkuyorum, özlemek korku dolu bir bekleyiştir Hikmet, öyle sessizce susan bir zaman değilde pek. Evvelinde sadece yolları ve yolda olmayı sevdiğimi sanardım. İnsan mı? Onu da çok sevdim, başka başka kimselerde, öyle böyle değil, hasta düşene kadar sevdim, öldürülene değin vazgeçmedim. İnsan dediğin günün sonunda ya yaralıyor ya da ölüp gidiyor Hikmet. Hak getire, iyi birisi olmak kimin haddine, kimse ötekine iyi davranmıyor, sonra yoldayken hep insan aradığımı farkedip kendime sövüyorum olur olmaz zamanlarda. Sevildiğine ve sayıldığına inanmak istemeyen bir canlı insan, varsa yoksa hep öncesinde beliren yarasını yaşamaya hevesli. Çoğu zaman birlikte yol almak çok güç, artık aranızda kalmayı istemiyorum pek çok sabah. Çok yoruluyorum son zamanlarda, sevdiğim huylarımı bir bir kaybediyorum sanki. Halbuki bize kötü davrananlar kediler, kaplumbağalar, sincaplar ya da masalar ve pencereler değil, sadece insanlar. Ölümün ta kendisidir insan, ötesi ya da berisi değil, insan bir kere bir kusura inanmaya görsün, peşi sıra her şeyi yıkıyor ve bir yıkımla övünüyor sonra. Ölüm doğumun aynası olan bir evre aslında, ne mutlu ölebilmişim bilmem kaçıncı kere. Hayatı ölerek çoğalmış ve yeniden ölmek için yola koyulmuşum, ben artık insan ya da yol aramıyorum, sadece bir yolculuk arıyorum Hikmet. İnsan kendine yenileceğine ötekine yenilsin, bu özneye daha yakın bir varış diye zannediyorum. Birini öldürmek pek kolay değildir; hele samimiyetten gayrı pek inancı olmayanları yere düşürmek çok daha zordur, yine de öldürebilenlere aşk olsun. Ben hâlâ bir ateş böceğine inanan çocuğum, varsın tanrılar sizin olsun, ben bir tabutun içinde saklanan bir gölgeyim hâlâ, avucumdaki birkaç tohumu ekecek bir karış toprak aramaktayım. Öfkemi soyundum aslında, herkes bihaber bundan, kaçtığım bir durum da yok eskisi gibi, sadece olup biteni ölüyorum, ardından bu ölüm bir başkasının sevinci oluyor niyeyse. Herkes galip gelmenin peşinde, bir farkına varsak ne iyi olurdu, galibi yok bu dünyada hiçbir şeyin, kazanan yok bu kargaşada Hikmet. Saklamayı ve saklanmayı bile beceremiyoruz sanki, her yerde ve her şeyde bir suçlu ve haklı arıyoruz, varsın onlar da ötekilerin olsun, ben bir ölüyüm nasılsa. Annemin yanına gittim biraz evvel, mutfaktaydı, kek yapıyordu, aldım elinden ben çırpmaya devam ettim, kalıba koydum, karınca kararınca süsledim, annem olmaz dedi ama içine minik minik doğradığım taze üzümleri koydum, sonra “anneee…” dedim ve sustum, “Bugün beni ölsene anne.” diyemedim, sonra gülüştük öyle bir anlığına ve keki ocağa koydum, annem yanıma yanaştı ve sağ elimi öptü, sonra arkasından sarıldım ona, omzunu öptüm ve odama geçtim. ardından bu kuyuya konuşamadıklarımı susmak için geldim. Halbuki dün gök maviydi, saklanan sadece dün gibiydi.
Dün seni eskimiş bir dosya içinde buldum seni Hikmet, korkmuş ve azıcık kızmış gibiydin bana, sanırım eskiyen tek şey an dışında kaldığımız oluyor, öyle her şey eskimiyor anlaşılan.
Eylül 4, 2024 – İstanbul
Comment (1)
Parlain
Önce gök kubbeye, ardından insana, en son toprağa ölmenin hadsiz bir gülümsemesi var. Acıyı bal eyleyen dil, bir an için Tanrı’da ağlanır, ne de olsa özlem doğuma ait olmayan bir ölüm konusu.
Yazının kıyısında keder almış başını gidiyordu, ben de ardından ufka bakarken bunları okudum.