Bıyık – Özgür Soydan
Eylül 19, 2024 2025-01-21 7:22Bıyık – Özgür Soydan
Değişmez bir döngü bu: dost meclisinde sarhoş, umuda tutkun, bilmek ya da olmanın verdiği hazlarla yükselmişken güne yenik düşüp yaşam döngüsünün öbür yanına geçeceğimizi anlamakla gelen yaşam bezginliği, can usancı. Ölçülü olmaktan, kefeleri eşitlemekten, bardağın yarısının boş diğer yarısının da dolu olduğunu aynı anda idrak ederek ya siyah ya beyazın katı kuralcılığından uzaklaşıp gride sükûn bulmaya varan itidalden uzun uzadıya bahsetmek istiyordum oysa. Giderek liberalleşmek mi bu? Hayır hayır, bu kadar angaje zihinlerle bir yere varamayız. İyisi mi bütün bunlara boş verip size bambaşka şeyler anlatayım.
Bıyık: 1. Üst dudak üzerinde çıkan kıllar. 2. Balıklarda deri uzantısı. 3. Asma vb. bitkilerde, sarılıp tutunmaya yarayan sürgün.
Yani sırasıyla insan, hayvan ve bitkilerin bıyığı var. Ya da öyle olsun istiyoruz. Kamusların toplum sözleşmesi ve hiyerarşiyle ne ilgisi var?
***
Uzatmayalım. İbram Çavuş köydeki elli dönüm toprağını satıp şehre geleli kırk sene olmuş. Dediğine bakılırsa yiğidin harman olduğu yerden gelen bu adam yıllarca alemlerde gününü gün etmiş ama sonunda böylesi bir yaşamdan ar eder olmuş. Tabii ay bacayı aşmış o vakit. Kala kala babasının memlekette güç bela yaptırdığı metruk evmiş geriye kalan ki ev demeye bin şahit.
Şimdilerde daha çok bir nostalji ve şişinme aracı olarak çakır gözlerinin içi o günleri tekrar yaşar gibi parlarken sağ eliyle bıyıklarının ucunu çekiştirerek hayallerini daha dünmüş gibi yaşama arzusuyla birleştiren ve engin tecrübelerini çevresindeki toylara o beldenin yaşlı kurdu olarak aktarmak isteyen bu adam, ne zaman böylesi bir poz kesse hemen ardından hafifçe boğazını temizleyip söze gireceğini çapkın bir tebessümle belli eder:
Bağa bak hoca. Şu karşı tükkandaki karıyı gorüyon nu? Senin yaşında olaydım şimdi onun büzüğüne çoktan sapladıydım anam avradım ossun. Yanıyor o karı diyim sağa. Karı kısmına şöyle bıyığını okşayarak yan baktın mıydı eğer o da saçıynan neyin oynar ise bil ki o karı da iş var. Bu lafımı eyi işit. Şaka değil ha!
Geliştirilse ilginç olabilecek bir yaşam öyküsü mü bu? Bıyık altından gülmek için yaratılmış bir tipleme bize ne kazandırır? Yazık, derdimi anlatacak noktaya getiremiyorum. Sorular ve cevaplarla ilerlenmiyor. Büyük anlatılardaki temler de bana uzak. Ancak parçalanmış şeylerle yola revan olan, bütünlüğünü kaybetmiş, çoğu kez kendi varlığının hakikatinden bile şüpheli bir ruh ne anlatsa sözü kendine yontmak zorundadır. Halbuki yazın, kendinden çıkmakla ve fakat kendin kalma pahasına mümkün. Sahih bellediklerimizi ötekine söyletmekle bir yere varamadık yüzyıllardır. Devamla bir yere varılmayacağı da aşikâr. Öyleyse bıyığımızı burup yeni bir şeyler anlatmayı deneyelim.
***
Bay Karasu’nun Avından El Alan’ı vardır, bilirsiniz. Ne hınzırdır o. Suya götürüp susuz getirir insanı. Sevmenin simgesel olarak da gerçek olarak da yemekten başka bir anlama gelmediği anlatılır ya orada. İşte tam olarak bundan el alarak asıl meseleye geçelim.
Yıllar önce Küçükyalı’da, hayatımın en tutkulu zamanlarını geçirdiğim o muhteşem semtte, bir balıkçı tezgahına konana değin zargana olarak yaşadım. Benden kalem yapmak isteyen bir çılgın yazın meraklısı, bütün amatörler gibi çıkışsız kalınca kendiyle beni bir edip, kılçıklı ruhumuzu intihara sürüklemişti. O günden bu yana kaçıncı ölüşüm bilmiyorum. İsteksiz, belki biraz kuru ama yine de her oltanın ucundaki sevgi lokmasına meyledişimdeki meraktan geçmeden bugün de bir barbus barbusum*. Salt bilinmek, iz bırakmak dahası kendimden, noksanlığımdan arınmak sevdasındayım. Ötekine şöyle ya da böyle dokunmuşum ne umurum. Yalnız, bir ses peşindeyim. Madem ne yapsam o ilk güne dönmek imkânsız madem böyle anlaşılıyor görünüşlerin görünüşleri. Öyleyse bilin, ben bıyıklı, İbram Çavuş olmayan bıyıklı, bilin ki ikimiz de derebeylik zamanlarını gördük. İtirazım yok buna. Derya içre olanı deryadan habersiz sananların saçına sakalına hürmetle yıllar geçiren nice softa yürek hatırına ötesini Bay Karasu söylesin: Bilenler susar.
***
Kaç yıl önceydi anımsamıyorum. Mehmet Emin Amca ve Feraye Nine henüz ölmemişlerdi. O kadarı hatırımda. Tandırdan gelen tereyağlı ekmek kokusu asmaların altında oturmuş yere dökülen üzüm tanelerini saymaya çalışırken yaşadığım sermestliğe katılınca köy yolundan salınarak geçen şalvarlı iki genç kadın adeta Âsaf Hâlet’in asma bahçelerinde dolaşan güzelleri gibi görünmüştü bana. Tam o anda bıyık altından gülen birkaç üzüm tanesi önce kafama sonra ayaklarımın ucunda yere çarparak az öteye yuvarlanıp koyunların akşam sefası için su kanalından yapılmış çeşmenin duvarına çarparak durdu.
Başımı kaldırıp yukarı baktığımda asmanın tebessümü çoktan kesilmiş bıyıksız ve kuru kalmıştı. Tandırdan gelen koku yerini ablamın beni içeri çağıran sesine, üzüm taneleri çakıl taşlarına ve güzel köylü kızları köy yolunun hemen yanı başındaki mezarlıkta çalışan sert adamlara dönüşmüştü.
Taşrada da hayat yavaş akmıyordu artık. Mevsimler hızlı geçiyor, insanlar çabuk yaşlanıyor ve sanki hem hiç ölmeyecekmiş gibi hem de sanki birazdan öleceklermiş gibi kaygılı ve bungun asmaların altında ufukla birleşen çıplak dağ tepelerine bakıyorlardı. Tıpkı bir anlığına da olsa yirmi sene önce bir çocuk olarak oturduğum bu çardakta şimdi orta yaşlarına gelmiş ve çabuk yaşlanmış bendeniz gibi…
*Barbus barbus: Bayağı bıyıklı balık, halk ağzında kısaca: bıyıklı.
Görsel: Portrait of a Man with a Moustache (1630), Gian Lorenzo Bernini
