“Ayaklarımızın bastığı yahut basamadığı;
Tüm hakikatin içinde gizli bir sevgili vardır.”
Kainatın içinde gezinen varlıkların bizden sakladığı, birbirleriyle örtüştürdükleri kutsal tapınaklardır. Bu tapınakların içinde sayısız sûretler yaşar. Bir kalemden alınıp diğer kalemin alnından geçen tüm sözcükleri hangi eşsiz sûrete armağan edebiliriz ve hangi sevgili, cüretkâr sevgilisinin önünde; baş parmağının izinde saklanan tutanakları, evrenin içinde saklanmış bir avuca teslim edebilir?
Bir sütunun başlangıcında yazılan harfler nasıl tanrısal ise bir barınağın içinde saklanan tanrılarda o kadar sevgiseldir. Bir sütunun teklik kabiliyeti nerede görülmüştür? Tüm sütunlar birliktir. Birlikler, ikilik ve hepsinin yolculuğu, uzanmış saçların tepesinde bezenen ufalanmış taşlardır. Havanın dolgun gökyüzünde yeşerdiği bir vakitte, iki sütunun gök-delen kayalıklarda, topraksız toprağı öptüğü her zaman görülmüştür:
Dinleyen ve dinlenen bedenin arifesinde sallanmış
tüm kayalıklar,
ve toprağın nemi kavuşmuş arzusuna,
sütunlar gizlenmiş ve ağlamışlar tanrılarına,
iki sütun birden parçalanmış baş parmaklarına
toprağın yeni tohumlarında hayat bulmuşlar; saklanmışlar avuçlarına,
şimdi iki değil bir sevgili varmış masallarda.
“Masal, tanrının sevgilisi; hakikat yalnız bir sevgili”
ağlat ve ağlat
ağır ağıtlar hatırlat
sûreti ver, tümden hakikat
Selma Cengiz, Şimdiki Zaman, s. 44-45
Görsel: Genç Bir Kızın Yüzü (1899), Lucien-Victor Guirand de Scevola (1871-1950)