Hiç hasat almadan geldi güz
kentin orta yerindeki dağlar
yavaştan renk değiştirdi
neden sonra duyumsadım
yüzümdeki seğirtiyle bir
duruluk hakimdi avluya
doğa hep böyledir işte
ilkin çıplak bırakır da
ikincide giydirir.
Giyinip çıktım ben de mecbur
böyle havalarda ev içleri
insanı sessizce kemirir
gençten oğlanlar gördüm
yağmurla top koşturan
küçük bir grupla heyecansız izledim
hiç hasat vermeden geliyordu güz
üstelik geç geliyordu
doksan artı üçte geliyordu
doksan artı üçte gelmiştim ben de
geç diyemem şükürsüzlük olur bu
ama söyledim işte bir kere.
Bir kere hiç unutmam joyce’un
bok yeşili dublin’inde gezerken
bir kemirme kaplamıştı içimi
kentleri kentlere vurduran
o yalvaç tüfeklerle
hamasi şarkılar söylenirdi
ötekinin duvarında ağlamak
berikinde satılık toprak demekti.
Duyargalarım kapalıydı çığlıklara
kendi sesim dahi belli belirsizdi
taraf olmakla değişmiyordu mevsim
hiç hasat vermeden gidiyordu güz
ezan sesleriyle gidiyordu
kadın ve çocuk sesleriyle gidiyordu
duyargalarım kapalıydı ama çığlıklara
sokaklara dökülen sahici değildi.
Koskoca bir mevsim geçti
rengi kaldı yalnız şurada burada
ben geçtim sonra göz hizanızdan
hiç bilinmeyecek olmanın güzelliği.
Görsel: Claude Monet, “Impression, sunrise..” (1872)